29 Temmuz 2012 Pazar

Dilbilgisi ve Disleksi



Uzun zamandır hiç bir şey yazmadım. Hem içimden gelmedi hem de yazdıklarımı tekrar okudukça hevesim kaçtı.

Berbat bir dilbilgisine sahibim ve çok ağır boyutlarda olmasa da disleksiden muzdarip olduğumu söyleyebilirim. yani bazen basit bir cümleyi anlaşılır hale sokmak için bile tekrar tekrar okumam gerekiyor. arada bir ton harf atlıyorum. ya da harfleri gelişi güzel koymuş oluyorum. bildiğin bulmacaya dönüyor her yazdığım. hele ki duygu dolup bunu paylaşmak istemişsem ortalık iyice karışıyor.

Bu duruma bir de basit dil kuralları ve noktalama işaretlerini doğru kullanamam eklenince bütün yazı çorbaya dönüyor.

Seneler sonra öğrendim bu yazdıklarımın bir hastalık oladuğunu. yani kimse anlamamıştı. Sınıfın en son okuyan kişisi olmam ailem için önemli değildi. ya da tarih derslerinde hiç bir tarihi ezberleyemem hatta genel olarak hiçbir şeyi ezberleyemem sorun değil di. onlar sorun etmeyince ben de kendi çözümlerimi buldum.

Tarih sınavlarında aklımda kalmayan zamanları kullanmadım ama olayı yorumlayabildim. özellikle matematik çok daha zevkliydi. çünkü ezberlemem gerekenler harfler ve sayılar değil çizimlerdi benim için. bu nedenle "eat" ve "ate" arasındaki farkı asla anlayamayan benim için Kril alfabesini ve onun Ukrayna, Rusya ve Yunanistan arasında ki farklılaşan hallerini öğrenmek çok kolaydı. asla element tablosunu ve o element adlarını ezberleyemedim. ama çok güzel DNA sarmalları çizdim.

Belki çizim yapmanın hoş karşılanmadığı bir ailede büyüseydim hayatım çok zor olabilirdi. fakat annesi grafiker olan bir çocuk olarak çok ama çok şanslıydım. yetenekliydim ve her şeyin üstesinden gelebilirdim.. üstelik hayal kurabiliyordum. yani insanların harfler ile anlattığı her şeyi çizerek anlatabilirdim.

Orta okula başlayana kadar kitap okumak benim için ciddi bir işkenceydi. fakat orta okulda Aghata Christie ile tanıştım. çok yalın bir anlatım dili olduğu ve anlattığı mekanları resmen kafanızda canlandırmanıza yardım ettiği için çok sevdim onu okumayı. sonra Anton Çehov ve Lev Tolstoy girdi hayatıma. fakat Dostoyevski'yi sadece 1 kez okuya bildim. hiçbir mekan kullanmadan sayfalarca bir insanın iç dünyasını anlatması ve bitmeyecek gibi duran uzun paragrafları vardı. oysa ben daha 4. satırda kontrolümü kaybediyor ve aynı satırı defalarca okumak zorunda kalıyordum.

Sonuç olarak yazdıklarımı ve yaptığım yanlışları gördükçe (ki her yazdığımı postalamadan önce en az 2 kez okuyup düzeltmiş oluyorum aslında) moralim bozuluyor ve hevesim kaçıyor. fakat bu ay sonu itibari ile kendime verdiğim sözler var ve bunlardan biri de yazmak konusunda pes etmemek.

Yazmak benim için çok korkutucu ve beni editleyecekler için daha da korkutucu. ama artık beklemek istemiyorum. çok zamanım yok. eğer istiyorsam yapmamı önleyen nedenlerin çevresinden dolaşmalıyım.

9 Mart 2012 Cuma

Vefalı arkadaş

Nasıl vefalı bi arkadaş, nası süper bi insanım. (aynı zamanda sanki biraz da salağım gibi oldu.)

Rüyamda Ohno ve Nino bir zamazingo etkinlik için Türkiyeye gelmişler. Miku, Netri ve bende yerimizi almışız en önlerdeyiz, tam gerizekalı suratlara sahibiz. Ama etrafta bizden başka hayran yok desem yeridir. Var ama bunlardan önce çıkan Kore'li guruba gelmişler (allam rüyamda bile beni rahat bırakmıyo bu Koreliler ahahaha).
doğal olarak biz bunları neredeyse en ön sıradan izliyoruz. Kedi gibi böle eller önümüzde gözler ışıl ışıl. Ama şarkı söylemiyolar. Sonuçta 2 kişiler. Ohno konuşmaya başlıyo bi çeşit Arashi den bahsetme olayı. Önce Japonca konuşuyo ohno birisi de onun dediklerini Fransızca'ya çeviriyo. Fransızca'yı da bir başkası Türkçe'ye çeviriyor. (olayları, dilden dile dönen alt yazılardan takip eden kızın dramı. Rüyada bile durum değişmemiş aehaehe) Sonra Ohno durumu anlayıp (Ohno durumu anında anlıyo. eh rüya sonuçta aehaeh) Fransızca konuşmaya başlıyo.

Neyse sahne tantanası bi durulunca yana geçiyorlar bunlar, oradaki görevlilerle sohbet ediyolar. bizde pıtır pıtır yanlarına gidiyoruz. başlıyoruz sohbete, (çok konuştuk ama şimdi hatırlamıyorum maalesef ^^) bi ara bakıyorum Netri , Nino ile kesişiyo ama öle böle değil. o an aydınlandım resmen. Sonra bu kesişme devam etsin diye Ohno ile saçma sapan şeylerden konuşmaya başladım. Bir ara bunlara "neden şarkı söylemediniz" diye sorduk, (sanki çok seviyoruz şarkılarını gibi oldu ama yağ çekmek iyidir) bunlarda "ne söylememizi isterdiniz" dediler. Önce bi "crazy moon olsa şahane olurdu" dedik ama hemen ekledik "sadece ikiniz varken aynı tadı vermez siz neye hazırlıklı geldiyseniz onu söyleyin biz dinleriz" dedik. bunlar tam şarkı söylerken telefonum çaldı. bi açtım  Nell arıyo "acil gelmen lazım" diyo. Netri'ye baktım, Nino şarkı söylerken bile bunu kesiyo. "madem burada durum iyi, olmadı Netri bunları gece çıkmak için kafalar ona yetişirim"deyip koşar adım Nell'in yanına gittim.

Yani düşünün nası süper, ultra bi insanım konseri bırakıp koştum. hoş acil olmasa öle bi durumda Nell hayatta beni çağırmaz dimi ama ^-^


7 Mart 2012 Çarşamba

Gazete açtım

Arashi no Shinbun; Arashi'den haberler vermek ve Arashi ile ilgili Türkçe kaynak yaratmak adına oluşturulmuş 3 yazarlı bir blogtur kendisi.

elimizden geldiğince güncel haberlerle canlı tutacağız blogu

(yani buraya pek benzemez zannımca eheaheahe)

24 Şubat 2012 Cuma

Hissediyorum ki..

Evet hissediyorum ki hiç bir zaman iyi bir blogger olamayacağım. bir kere Türkçem berbat. noktalama işaretleri konusunda hep çuvallamışımdır. ayrıca ileri  bir düzeyde olmasamda Disleksiyim (yazma ve okuma bozukluğu sorunun adının hastalrı tarafından okunup yazılamaması sorunu -_-!). yazdığım herşeyi en az 3 kez okuyup öyle yollamam gerekiyor. Yorucu bi iş la ^-^. Düşünün karalı olduğumdan beri 4 ay falan geçmiş. Yani sonuçta ben tembel bir insanım.

tabii ki gif benim değil. ^-^

6 Kasım 2011 Pazar

Çok kararlıyım la!!

Çok kararlıyım tekrar blogumla ilgileneceğim. Üstelik bu sefer imla kurallarına da, yazım kurallarına da, elimden geldiği kadar dikkat edeceğim. Zira kendi yazdıklarımı, ben bile okurken zorlanıyorum. Bundan dolayı özür diliyorum.
Çok kararlıyım insanların okuyabileceği bir blogum olacak!
ben yapmadım bu gif'i ama çok seviyorum ^-^

14 Ağustos 2011 Pazar

yalnızlık senfonisi

küçükken okula başlayana kadar hep anneannemle ve ninemle geçti günlerim. akşam olana kadar onlarlaydım..

ağlak ve hüzünlü bir çocuktum hep. biraz sesini yükseltse biri hemen ağlardım. sesiz ve sakindim aynı zamanda. bıraktığınız yerde kalırdım. açlıktan gebersemde misafirlikte kimse bişi sormazsa acıktım demezdim, diyemezdim.
günlere giderdim anneannemle. yaşıtım hiç torun ya da çocuk yoktu. olsalarda gelmezlerdi çoğunlukla. evlerin küçük odalarında geçti çocukluğum . Ve hep o küçük odaları, oradaki yaşanmışlıkları kokladım çocukken.

bu nedenle şu hayatta ilk hayal kurmayı öğrendim. ilk arkadaşlarım hep hayaliydi.

bana kocaman gelen o küçük odaların camlarından dışarıyı izlerdim... Anneannemin gün arkadaşları genelde hep bostancı erenköy civarında otururdu.. hepsinin evinin kocaman camları vardı (ya da özellikle aklımda onlar kalmışta olabilir)  o kocaman camlardan evlerin bahçeleri gözükürdü... ben o bahçelere hiç çıkmasamda en çok o bahçelerde oynardım.

ilk gerçek arkadaşımsa banyodaki gaz şohbeniydi... kocamandı... tuvalete girdiğimde korkardım biraz fakat onun varlığı beni rahatlatırdı... ağlamak için de banyoya gidrdim konuşmak içinde dertlenincede çok gülmek istersemde hep ona konuşurdum. sonra banyo perdelerinede anlattım çokşey ama onlar hep biraz şımarık gelridi bana sanki çok önemser gibiydiler kendilerini. o nedenle arada annem perdeleri değiştiğinde şohbenle dedikodularını yapardım. sesizce yeni gelene çaktırmadan... en kral eşya şohbendi..  onu değiştirdiklerinde öyle çok üzülmüştüm bayada büyktüm ama gende ilk arkdaşımı kaybetmek çok üzdüydü beni....

ilkokulda da adam akıllı 1 arkadaşım vardı (o gerçekten insandı bak) en büyük hobisi bana kendi dediklerini kabulettirmek ve bana eziyet etmekti. genelde psikolojik işkence türlerini severdi. oyunlarda dominant karakter olmak ya da başka insanlarla iletişim kurduğumda kıskanıp olay çıkarmak gibi hobileri vardı...

daha 8 yaşımda insanlar bağlanmam gerektiğini biliyordum hepsi ölüyodu...  bu nedenle babaannem öldüğünde en çok en son bana anlatılmasına içerlemiştim. eğer bilseydim öleceğini onu son gördüğümde daha çok öperdim daha çok sarılırdım... bana örgü örmeyi öğretecekti, en çokta o sözünü tutmamış oluşuna bozulduydum...

dolapta duran  temiz yüzlü baygın bakışlı askerin, çerçeveli resmine aşık oldum ilk. ve ilk seçtiğim meslek o adam gibi bir asker olmaktı. ilk şokumu sanırım annem o resimdeki adamın ben doğmadan seneler önce ölmüş amcam olduğunu söylediğinde yaşadım... 5-6 yaşımda ilk mesleki hayalimden ve ilk aşkımdan böyle ayrıldım. ilk o zaman askerlerden nefret ettim. Ve  "bütün askerler ölür" diye düşündüm uzun yıllar...

senelerce 20 yaşıma gelmden öleceğimi düşündüm nedeni de yoktu sadece herhalde ölürüm diye düşündüm.

hep birisi beni sevsin istedim birisi gelip beni yalnızlığımdan kurtarsın istedim... ama hep gelmesinden korktum... ya alışırsam onun varlığına ya bidaha yalnız kalamazsam en iyisiydi akışı bozmamak stabil kalmak yalnız olmak...

hayatımın hayalini bana yaşatan ilk insan bay süper beyin di. benimle camdan dışarı bakıp aynı şeyleri gören ilk insandı bay süper beyin. benden 1 yaş büyüktü çekik gözleri, kocaman bir gülüşü, top gibi bir kafası ve kısacık saçları vardı. onunla hayal kurmak oyunlar oynamak benim için muhteşemdi. ilk kez onun yanında kendimi huzurlu hissettim.. benim ilk (ve nerden bakarsan bak tek) gerçek erkek kahramanımdı. seneler boyunca ilah yaptım onu kendime... sonra o büyüdü ergen bir erkek oldu beni görüp suratıma bakmadı selam bile vermedi ama dedim ya ben ondan küçüktüm ilk hayal kırıklığım senede en çok 2 kere gördüğüm ve beni büyüleyen o adamın benden bakışlarını kaçırmasıydı... (şimdi süper bi adam oldu ama ben hala o çevrilen bakıştayım salak olmak zor iş)

ben en çok hayal kurmayı sevdim bide yalnız olmayı... yanlızlığım yollarıma pusu kurmadı benim ben seçtim onu.. başka şansımda yoktu.. sahip olduğum beni asla bırakmayan tek arkadaşımdı yalnızlık...

şimdi bu yazıyı nedne yazdım aylardır bişi yazmazken hemde... bu bir keşif kendimle ilgili bir keşifte o nedenle yazdım unutmamak için...

ben birini sevmekten ya da birinin beni sevmesinden korkuyorum... buna bu duyguya alışmaktan korkuyorum sevmek gene kolayda ya birisi beni severde ben buna alışırsam... sonuçta sevenler gider sevilenler gider elde kalan hep yalnızlıktır.. ya ben yalnızlıktan korkarsam ya ondan kaçmak istersem ya bunca senedir yalnızlığımla paylaştığım herşey biterse. korkuyorum ya sevilmek yalnızlıktan daha iyiyse........

3 Temmuz 2011 Pazar

eski defterler

liseden 18.04.2000

".... mosmor çiçekleri açmış ağacın dalları sınıfın camını ortalıyordu ve o dalların ortaladığı camda güneşin tüm güzelliğini üstüne yansıttığı ve o muhteşem ışınları muhteşem yüz hareketleriyle karşılayan X duruyordu. bir çocuk kadar saf, yaşlı bir adam kadar da sertti. sanki güneşi baharı kokluyordu sanki güneşle sessizce konuşuyordu....."

vay be yazmışım ha!

10 Haziran 2011 Cuma

düşersem orada olacak mısın

3 sene önce psikoloğa ilk gittiğimde bana sürekli Nell ve Tina dan bahsettiğimi söylemişti. "Arkadaşlarım sonuçta  ne var ki bunda" die düşünmüştüm. Sonra bana grup terapilerinde insanların birbirlerine güvenmek için bir oyun oynandığını söyledi. Bir kişi gözleri kapalı olarak grubun ortasına geçer ve kendini serbest bırakırmış ve herkes düşmesin diye onu tutarmış. "peki sen bunu yapabilirmisin kendini serbest bırakabilirmisin". cevap verememiştim...

zaten HYD'nin, o dizideki 4 arkadaşın yaşadıklarının beni bu denli sarsması ve benim japon sevdamın başlamasıda o döneme, yani benim "arkadaşlık nedir"i sorguladığım döneme denk gelir...

bu konuşmadan bir kaç ay sonra gene aynı soruyu sorduydu psikolog işte o zaman "evet" dedim "bırakırım kendimi". o zaman içerisin de Arashi yi izlerken fark etmiştim arkadaşlığın ne demek olduğunu... ne tür bi arkadaşlık ilişkisi içinde olduğumu.

gözümü kırpmadan güvene bileceğim insanlardır Nell ve Tina. evet birbirimizin azına sıçarız ama bilirim ki arkamı döndüğümde hep ordadırlar, bana yalan söylemezler.

Nell insan seçer. öyle herkesle konuşma, kimseyi kolay kolay kabullenmez. burun kıvırır... birisi bizimle takılsın istediğimizde hem kabul eder hemde o yanımızdayken somurtur, en olmadı erkenden ortamdan ayrılır. çok kızardım bu haline artık umrumda değil bütün ilişkilerimi ona göre ayarlıyorum, onun burnuna çekmiyeceği (ya da kıskanacağı da diyebiliriz) kişileri ondan uzak tutuyorum. sıklıkla adlarını bile anmamaya çalışır buluyorum kendimi. bu beni rahatsız etmiyo aksine hoşumada gidiyo bi yerde.. bazı insanlar bana özel kalıyo... bide umursuyo ki kıskanıyo (ya da ben deliyim)... kimdir nedir biliyo o kadar. Nell'le beraber büyüdük sayılır, tüm ergenlik süreçlerini birlikte atlattık... o nedenle iletişemediğimizde bile büyük zararlar vermiyoruz birbirimize... hani artık herhangi bi olay hakkında konuşmamıza gerek yok dierinin yorumunu biliyoruz çünkü... beni her gören Nell'i sorar sanki kolun nasıl bacağın nasıl gibi bi laf. bunu her duyduğumda gururlanırım...

sonuçta 15 senedir arkadaşız. rahatlıkla pek çok insana onun ciğerini bilirim diyebilirim. o hayatta bunu yapmaz. bunu kesin sevmez, buraya kesin gitmez.

Tinay'lada 12-13 sene oldu tanışalı, yaklaşık 6 sene kadar da olmuştur en azından, haftada bi kez görüşmezsek ölürüz kıvamına geleli.

Tina severken kıskananlardandır.o sinsice kıskanmaz çok net ve açıktır durumu. hatta hızını alamazsa söyler. sahiplenir seni, arada durdurmazsan kontrolünü kaybeder, coşar. başlarda çok kızardım, hala ara sıra bi daralıyorum. ben sürekli aranmaya sorulmaya alışık değilim ayrıca öyle insanları arayıp sormam pek. Tina'ya benim böyle biri olduğumu kabul ettirmem çok zor olduydu. o sevginin sürekli teyidini isteyen biri, çünkü insanlara kolay güvenemiyor.. bunu pek çok kez düşündük Nell'le. "ne yaparsak Tina bize tümüyle güvenir" "ne yapmalıyız ki sevgimizden şüphe duymasın artık".. o zaman karar verdim eğer beni anlamasını istiyosam, önce ben onu anlamalıydım. evet eşşeklik ediyorum hala ama artık aklıma gelirse arıyorum onu. eğer hafta hiç aramadıysa merak bile ediyorum artık... onu istediği gibi sevmeyi öğreniyorum çünkü oda beni istediğim gibi sevmeyi öğrendi. birbirlerimizin sınırlarını bulduk şimdi daha rahat iletişiyoruz.

insanlar arkadaşlarıyla neden kavga eder pek anlamam... bi durum seni rahatsız ediyosa "yapma sevmiyorum" dersin. değişim için yol ararsın ama bu durumu deiştirmiyosa eyvallah der ve o kişinin yanından uzaklaşırsın.

ama öyle değilmiş hiç bişi... son 2-3 gündür öğrendim ki; kazın ayağı hiçte öyle değil....

hatta hayatımda inandığım en değer verdiğim şey kandırmacaymış.. güven yokmuş aslında... ben var sanıyomuşum....

durmu kafamda bi türlü oturtamıyorum
ya ben 15 senedir b........

cümlemin ortasında telefon çaldı... Nell di arayan............................. kırgınım kızgınlık değil bu... kızdığım tek kişi kendim dir... biri size bukadar istikrarla 8 ay yalan atabiliyosa sorun (her nakadar sorunun kendinde olduğunu söyleyip sizi dellendiriyosada) bal gibide sizdedir...

evet eskiden insanlar hep benim düzenlediğim gibi yaşasın isterdim. kesin doğrular ve kesin yanlışlar olduğunu düşünürdüm. yanlış yapanları düzeltmek için bağırır çağırırdım... psikoloğa gittikten sonra baya yumuşadım... en son bi çiçu nedeniyle tümüyle kontrolümü kaybettim... ama sonra topladım.. neye hakkım olup olmadığını 3aşşağı 5 yukarı biliyorum...

bütün olan biteni telfonda öğrendim. biliyorum Nell'i görünce anlıyacağım ne hissetiğimi, hissedeceğimi.. nasıl davranmam gerektiğini ozaman kavrayacağım...

birini bu kadar korkutabileceğimi düşünmezdim üstelik... üselik sulu gözlü olduğunu bildiğim için elimden geliği kadar yumuşak davrandığım Nell'i, despot ve keskin hatları olduğu için kelimelerimi dikkatle seçtiğim Nell'i bu kadar sindirdiysem hayatımı tümüyle yanlış değerlendirmişim zira herkes bu konuda yakınabilri ama en dikkatli olduğum Nell yakınıyosa dierlerine kolay gelsin.. ben kötü acımasız yargılayıcı hıyarın biriyim afedersiniz.....

neyse işin özü, kafama takılan şudur......... düşersem orda olacakmısın...

1 Haziran 2011 Çarşamba

Bir isteğim olacaktı

Burayı takip eden 4 kişi ve ara sıra uğradığını düşündüğüm 2-3 kişi  (eğer es kaza yoludüşüp ne dio bu kız diyip sonrada sevabına yardım etmek isterseniz onada kapım açık ^^) sizlerden bir isteğim olacak. belki çok manalı gelmeye bilir ama gerçekten tam şu anda en uygun an o nedenle (hemen sıkılıp gitmeyein ya bi sözümü bitireyim önce ^^)  alttaki  alıntı yı bir okuyun önce

"Dizi Yayınlatmayı Deneyelim 
Türkiye'de çok sonradan başlamasına rağmen Kore severlik, Japon severliğin önüne geçti.Kore'nin sevilmesin sorun değil.Ama Kore severler neredeyse Koreli grup getirtecek Türkiye'ye, bizde çıt yok.

Kore'nin daha çok sevilmesinin ilk sebebinin Türklerin uzun duygusal sahneleri sevmesi olduğunu düşünüyorum. Japonlar genelde sürünen aşk hikayeleri gibi şeyler yapmıyor(ben de duyguları süründürmemelerini seviyorum)

İkincisi kesinlikle hiç J-drama yayınlanmamış olması.J-drama Türklere daha az hitap ediyor olsa da muhakkak bi kitlesi olacaktır.Yeterki bir kez seyretsinler J-drama.

Önce TRT'ye gidip konuşmayı düşündüm.Ablam "işin mi yok", "manyak mısın" gibi laflar etti.Sonra da "mail at" dedi.Ablam bi ara TRT'de çalışmıştı.Doğrusu bi an sırf dizi yayınlatmak için Trt'de işe girmeyi istedim.Neyse... mail atabiliriz.Ciddiyetle ve büyük anlamlar yükleyerek J-drama yayınlanmasını istersek belki sonuç alabiliriz.Mail sonuç vermezse iş adamı ciddiyetiyle TRT'ye bu konuyu görüşmeye gidebilirim.Öncesinde atılan mailler, o görüşme sırasında olumlu etki yapar diye düşünüyorum.

Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Kanalların İletişim Adresleri:

TRT: aktifhat@trt.net.tr
Kanal D: izleyicitemsilcisi@kanald.com.tr
Star TV: bizeyazin@startv.com.tr / izleyicitemsilcisi@startv.com.tr
CNBC-E: izleyici@cnbce.com"
 
demiş japan-fans'ta ki arkadaşım. söylediklerine katılmaktayım. herkes burun kıvırsada aslında gayet umut veren insana çalışma yaşama enerjisi veren  yapımlar J-dramalar. bizim arabesk ruhumuza hitap etmiyo belki ama genede izlemeden anlayamazsınız ^^.
işte benim ricam da üstteki alıntıyla aynı eğer üşenmezseniz eliniz değmişken en azından TRT'ye bir mail atabilirmisiniz ^^
söz veriyorum size dizi tanıtımı bile yaparım. (hem ben BigBang buraya gelsin konserine gideyim de istiyorum. hadi be hacı be noolur be....
daha fazla yağ çekemem idare ediverin bununla ^^
 

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Tengoku ni Ichiban Chikai Otoko (cennete en yakın adam)

"nedenini anlayamadığım bir şekilde inatla kimsenin çevirmediği
ve benim sonunda "eh banane be meraktan çatlamaktan iyidir" diyerek izlemeye başladığım
Tengoku ni Ichiban Chikai Otoko 2 'nin 10. bölümünü taze bitirdim
2 bölüm daha var
fakat nasıl ağladım bu bölüm
pek çok şeye bir arada ağladım ondan yazayım dedim
konunun getirdiği bi ağlama vardı ama en önemlisi
Sho için ağladım

çok kez çocukluk videolarını falan izlemişliğim vardı
fakat hiç biri beni böyle sarsmamıştı...

bi kere sormak istiyorum Sho naaptın lan o çocuğa, neresinden tutup öldürdün
bıraksaydın keratayı oyuncu olurmuş ki o
hatta efsane bişi bile olurmuş
oyunculuk falan zamanla iyileşen şeylerdir benim bildiğim,
zamanla kötüleşmez!
insan ilk dizisinde bu denli iyi oynayıp sonradan salmaz saçma...
ki o sıralar üniversite ve Arashi'yi beraber götürüyodun...
şimdi oyunculuğa daha çok konsantre olabilirsin..din...
demek sarmadı...
yazık lan harcamışın gül gibi yeteneği
hoş quiz show'da baya baya yakındın burdaki oyunculuğuna...
tabii senaryo seçimi kötü
yönetmense "aman oynamasada reyting alaırız ne kascam" hissiyatında olunca
ortaya bi kabachi çıkıyo demek..
yazık nasıl içlendim izlerken... nasıl kendini vererek yaşayarak oynamışsın.
bi yerde, bi an "lan acaba bildiği bi durum mu bu" diye düşündüm
sonra dedim imkanı yok hayatı boyunca böyle bişi yaşamamıştır.

sonra herkesin gözü önünde gelişen ergenliğini düşünüp bide ona üzüldüm
(bu konuda bütün johnny çocuklarına üzülüyorum aslında)
hepimizin en sikko olan ve hafızamızda bile olmasını istemediğimiz dönemi
kameralar karşısında ve birsürü beklentinin içinde geçirmek acı koymuştur.
üstelik sen para için de yapmıyodun...
ne tür bi acı vardı o dönemde içinde, ne demeye bu yolu seçtin acaba?

bide yaşlanıyo oluşumuza üzüldüm.
şu son 2 senede nasıl hızla çötüğünü görüşüme yandım
yavaş yavaş yorulduğunu hissedişime yandım.
sonrada kendimin büyüyüşüne yandım.
bekleyişime...

bide bunları düşünürken içimin yanmasına
ve bunu sadece yastığıma sarılarak dindirebiliyo olmama
sana sarılmak istedim
saçının ne koktuğunu merak ettim
avucunun içi yumuşakmı yoksa sertmi diye merak ettim
parmakların göründükleri kadar uzunmu merak etim
yanına nasıl kokuyorsun, tenin nasıl kokuyor merak ettim
yaşlandığını belirten çizgileri makyajsız görmek istedim
bide konuşmak istedim sohbet etmek aynı dili konuşabilmek istedim
(MFÖ'nün "istedim" diye şarkısı vardı onu dinlemek istedim)

ben bunları 10 sene önce çok daha yakınımda birinde de merak ettiydim
sonra çok canım yandıydı
bidaha merak etmek istemedim
yok saydım
3 senedir sen ve Arashi sıçtınız azıma
ve siz bana bunu yaparken o kadar mutlu oldum ki....
şu halime bak 26 yaşındayım yakında 27 olucam

okuyana hüzünlü gelebilir bu yazdıklarım
ama içinde sadece göz yaşı var hüzün yakın bile değil.
mutluyum çok hemde çok
nedensizce
acı çekmiyorum
sana, size bakarken, sizleri düşünürken acı hissetmeme imkan yok
bana sunduğunuz dünya öyle güzel ki
içinde acıya yer yok
en fazla beraber acı çekermişiz gibi geliyo,
sen, Arashi ve tüm dünyadaki hayranlar beraberce
depremde olduğu gibi...

eğer herşey bir oyunun parçasıysa varsın olsun
eğer gösterdiğin adam değilsen umrumda bile değil
ben sizin sayenizde aptalcasına mutlu hatunlar diyarındayım tam 3 senedir
çok ama çok ama çok teşşekkürler...
şimdi izninle  özenle yeteneğini öldürdüğün o çocuğu ve matsu-nii'yi biraz daha izlemek istiyorum
 

not: ön izleme yapınca fark ettim ohaa amma yazmışım lan.... O.o "     

not2: oppamania da yazıdığımın kopyala yapıştırıdır iki kez aynı şeyi yazmadım sadece burda da olsun istedim ^^