29 Temmuz 2012 Pazar

Dilbilgisi ve Disleksi



Uzun zamandır hiç bir şey yazmadım. Hem içimden gelmedi hem de yazdıklarımı tekrar okudukça hevesim kaçtı.

Berbat bir dilbilgisine sahibim ve çok ağır boyutlarda olmasa da disleksiden muzdarip olduğumu söyleyebilirim. yani bazen basit bir cümleyi anlaşılır hale sokmak için bile tekrar tekrar okumam gerekiyor. arada bir ton harf atlıyorum. ya da harfleri gelişi güzel koymuş oluyorum. bildiğin bulmacaya dönüyor her yazdığım. hele ki duygu dolup bunu paylaşmak istemişsem ortalık iyice karışıyor.

Bu duruma bir de basit dil kuralları ve noktalama işaretlerini doğru kullanamam eklenince bütün yazı çorbaya dönüyor.

Seneler sonra öğrendim bu yazdıklarımın bir hastalık oladuğunu. yani kimse anlamamıştı. Sınıfın en son okuyan kişisi olmam ailem için önemli değildi. ya da tarih derslerinde hiç bir tarihi ezberleyemem hatta genel olarak hiçbir şeyi ezberleyemem sorun değil di. onlar sorun etmeyince ben de kendi çözümlerimi buldum.

Tarih sınavlarında aklımda kalmayan zamanları kullanmadım ama olayı yorumlayabildim. özellikle matematik çok daha zevkliydi. çünkü ezberlemem gerekenler harfler ve sayılar değil çizimlerdi benim için. bu nedenle "eat" ve "ate" arasındaki farkı asla anlayamayan benim için Kril alfabesini ve onun Ukrayna, Rusya ve Yunanistan arasında ki farklılaşan hallerini öğrenmek çok kolaydı. asla element tablosunu ve o element adlarını ezberleyemedim. ama çok güzel DNA sarmalları çizdim.

Belki çizim yapmanın hoş karşılanmadığı bir ailede büyüseydim hayatım çok zor olabilirdi. fakat annesi grafiker olan bir çocuk olarak çok ama çok şanslıydım. yetenekliydim ve her şeyin üstesinden gelebilirdim.. üstelik hayal kurabiliyordum. yani insanların harfler ile anlattığı her şeyi çizerek anlatabilirdim.

Orta okula başlayana kadar kitap okumak benim için ciddi bir işkenceydi. fakat orta okulda Aghata Christie ile tanıştım. çok yalın bir anlatım dili olduğu ve anlattığı mekanları resmen kafanızda canlandırmanıza yardım ettiği için çok sevdim onu okumayı. sonra Anton Çehov ve Lev Tolstoy girdi hayatıma. fakat Dostoyevski'yi sadece 1 kez okuya bildim. hiçbir mekan kullanmadan sayfalarca bir insanın iç dünyasını anlatması ve bitmeyecek gibi duran uzun paragrafları vardı. oysa ben daha 4. satırda kontrolümü kaybediyor ve aynı satırı defalarca okumak zorunda kalıyordum.

Sonuç olarak yazdıklarımı ve yaptığım yanlışları gördükçe (ki her yazdığımı postalamadan önce en az 2 kez okuyup düzeltmiş oluyorum aslında) moralim bozuluyor ve hevesim kaçıyor. fakat bu ay sonu itibari ile kendime verdiğim sözler var ve bunlardan biri de yazmak konusunda pes etmemek.

Yazmak benim için çok korkutucu ve beni editleyecekler için daha da korkutucu. ama artık beklemek istemiyorum. çok zamanım yok. eğer istiyorsam yapmamı önleyen nedenlerin çevresinden dolaşmalıyım.

Hiç yorum yok: